Hafta sonunda, Pazar günü en sevdiğim şeylerden biri erkenden kalkarak pazar yerlerindeki esnaflarımızı ziyaret edip, onların çalışmalarını izlemek ve onlarla çay simit eşliğinde sohbet etmektir. İnanın o plastik kasalar üzerinde, çay ve çıtır simitle yaptığım kahvaltıdan aldığım tadı beş yıldızlı otellerin açık büfe kahvaltı organizasyonlarında bulamıyorum.
“Pazarcı” diye bilinen bu insanlar çok erken saatlerde tezgahlarını kurarlar, satacakları ürün ve eşyaları saatlerce uğraşarak muhteşem görünen bir vitrin misali, az sonra gelecek olan müşterilere hazırlamaya çalışırlar. Pazar tezgahlarındaki hazırlıklar bitince, kasaları yan yana sıralayarak gazetelerin üzerine koydukları domates, salatalık, peynir, zeytin ve tavşan kanı çayla kahvaltılarını yaparlar. İmece usulü ile öteki tezgahtan domates, beriki tezgahtan salatalık, köşe başındaki peynirciden tulum peyniri, zeytinciden zeytin getirerek enfes bir kahvaltı sofrası hazırlanır. Genellikle komşu 3-5 esnaf bir araya gelerek çaylarını yudumlayıp azıklarını paylaşırlar. Vakit buldukça o samimi sofralara misafir olurum. O sofrada siyaset, ekonomi, belediye işleri, spor ve sanata dair ne varsa akla gelen her konu konuşulur. Herkesin her konuda bir fikri, bir yorumu mutlaka olur. Demokratik bir şekilde herkes çekinmeden görüşünü ve düşüncesini dile getirir. Çarşının, pazarın nabzını bu sofralarda tutabilirsiniz. Gelecek seçimlerin üç aşağı beş yukarı tahminini buralardan okuyabilirsiniz. Dev kamuoyu araştırmaları yaptığını iddia eden şirketlerin, genellikle ısmarlama ve masa başı anket sonuçlarından daha sağlıklı bir tahmin sonucuna bu pazar yerlerinde ulaşabilirsiniz. Akşama kadar başka yemek saati olmadığı için karınlarını iyice doyurmak zorunda olduklarını bilirler. Öğleden sonra vakit bulurlarsa belki çeyrek ekmek arası köfte veya tost yerler, sonrası ancak eve gidince gece yarısı sofraya oturtabilirler. Sofradan kalkan pazarcılar tezgahlarının başına geçerler. Kasalardaki meyveleri ve sebzeleri öyle güzel sırlarlar ki albenisi muhteşem olur. İnsanın o tezgahı görüp de bir şeyler almaması mümkün değildir. El yazıları ile yazdıkları etiketler de ürünler gibi doğal ve samimidir. Sıra ürünü satmak için bağırmaya gelmiştir. “Gel vatandaş gel, portakalın sulusu burada” “Kavunun kralına gel” “Köylü yumurta, sağlık deposu” “Kıvırcık marulun tazesine gel” Her tezgahtan ayrı bir nida, her esnaftan farklı bir teknik. “Gel vatandaş gel gemi battı, fiyatlar düştü” “Al bu kirazdan kalmaz birazdan” “Arabada otomatik, meyvede organik gel abla organik köylü domatese gel” Akşama kadar devam eder bu bağırış ve çağrışlar. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” diye bildikleri için komşuluk ilişkileri samimi ve fedakarcadır. “Oğlum git Ahmet amcana şu parayı bozdur gel” “Komşu oradan 50 lira versene” “Komşu benim tezgaha beş dakika göz kılavuz ol” Pazar yerinin çaycısı dolaşır zaman zaman tezgahların arasında. “Tavşan kanı çaylar, sıcak çay isteyen” Hemen her seferinde çay içilir. Çaycı, esnafın tezgahının tahtasına, bıraktığı çay sayısı kadar çizik atar, paraları akşam toplar. Evlerine alacakları eti, sütü, peyniri, zeytini pazardan alırlar. Pazar esnafı pazarcının kazanmasını ister çünkü. Akşamın alacakaranlığına kadar devam eder pazar yerlerindeki bu gürültü ve telaş. Alın teri ile yuvalarına ve çocuklarına helal bir lokma götürme telaşıdır bu. Selam verdiğinde “Aleykümselam, hoş geldin abi” diye samimi bir karşılamaları vardır. Mahkeme suratı gibi değildir yüzleri. Öyle üç beş kuruşun peşine düşmezler. Tartarken ellerini korkak alıştırmazlar, fazla fazla koyarlar terazinin kefesine. “Param yetişmedi, sen yarım kilo ver evladım” diyene, “Olsun teyzem, üstü bizden olsun” diyecek kadar gönlü geniştirler. Büyük zincir marketlerin manav reyonlarında ise pazardaki gibi değildir hiç bir şey. Gramı gramına tartarlar ve kuruşu kuruşuna sizden alırlar. Orada kasada duranlar da “ağalarına ve müdürlerine” karşı hesap verecekleri için tek kuruşu bağışlayamaz ve görmezden gelemezler. Dev mağazalarda çalışanların sizin selamınızı almaya ve üç beş kelam etmeye vakitleri yoktur. İşte bu dev mağazalarda tek kuruşu bile pazarlık yapmadan ödeyen bazı insanlar, ne yazık ki pazar yerlerinde küçücük tezgahında iki lokma bir hırka niyetine çalışan gariban pazar esnafı ile pazarlık yapmaya, gurur ve kibir taslamaya kalkarlar. Siz siz olun pazar yerlerindeki esnafla, özellikle kendi tarlasında yetiştirdiği bir poşet yeşilliği, tavuklarından artırdığı bir sepet yumurtayı satmak için soğuğun ayazında elleri çatlamış, ayakları su içinde olan pazar esnafıyla pazarlık yapmayın, haklarını kısmadan verin. Bir pazar günü erkenden kalkın ve pazar esnafının çektiklerini, yaşadıklarını, hallerini görün. Bir kenardan sessizce onları izleyin. Çaylarına ve sofralarına ortak olun. “Garibin hikayesini dinlemek için yine bir garip kulağı gerek” diyen Mevlana’nın sözüne uyarak onları bir garip kulağı ve gönlü ile dinlemeye ve anlamaya çalışın. Akşam karanlığında pazarcının toplanma derdi başlar. Satabildiklerini satarlar, satamadıklarını tekrar kasalara doldurup arabalarına yüklerler ve bir başka yerdeki pazar için bugünden hazırlıklarını yaparlar. Yorgun argın evlerine dönerler. Gece vakti sofraları yenice kurulur. Aileleri ve çocukları ile üç beş kelam edip yeni güne zinde kalkabilmek için yatıp dinlenmeleri gerekir. Evlerine üç beş kuruş getirebildilerse, aldıkları malların parasını ödeyebilirlerse huzurlu bir uykuya dalarlar. “Rızkın onda dokuzu ticaret ve cesarettedir” diye inandıkları için, “Kişi için ancak çalışmasının karşılığı vardır” sözüne iman ettiklerinden, helal lokmayı ve alın terini kutsal gördüklerinden pazarcı olmaya, bir pazardan başka bir pazara, tezgahlarını ve yüklerini taşımaya üşenmezler. Her sabah yeniden tezgahlarını kurmakta tembellik etmezler. Helal kazanç peşinde koşan tüm pazar esnafı ve ailelerin saygı ve hürmetle selamlıyorum.
YORUMLAR